Hepimiz kocaman hayatların içerisinde yalnız boğulmuyor muyuz? Onca hayatın içinden teğet geçip içimizdeki yabancıyla nereye kadar savaşabiliriz? Bizler yaratılışımız gereği yalnız doğar ve yalnız ölürüz. Ama atladığımız bir nokta vardır ki yaşadığımız süre zarfında bunlardan daha fazla yalnız kalırız. Bu yüzden bazı şeyleri olduğu gibi kabullenmeli, akışına bırakmalıyız. Hiç beklenmedik bir anda yalnızlık elimizden tutacaktır. İşte o zaman bir yabancıya merhaba demeye hazır olun. O yabancı bastırdığınız ve körelttiğiniz tüm düşünceleri size fısıldıyor olacaktır. Yalnızlık bir nevi düşünmeye ve keşkelere sığınmaktır. Huzuru, bir parça mutluluğu arıyordur. İşin ilginç tarafı o eksik parçayı en hüzünlü anlarınızın içinde bulacaktır. Tam da burada yalnızlığın güzel bir haz uyandırdığını,size zevk verdiğini anlayacak ve sık sık ona sarılmanızı sağlayacaktır.
İşte böyle bir çelişkidir yalnızlık. Kimine göre bir tercih kimine göre bir kaçıştır. Bizler nasıl adlandırırsak adlandıralım, ne mana yüklersek yükleyelim, ondan kaçamaz, kopamayız. Bunca gelişimin, dönüşümün ve yeniliğin içerisinde o yabancıyı yok saysak bile bunu beceremeyiz. Bir gün başbaşa kalmaktan korktuğumuz o yabancıyla kısacık ömürlerimizi çürütürken buluruz kendimizi. Bir başka yönden bakıldığında da çok mutlu olmamızın sebebidir bu yabancı. Onunla korkmadan yüzleşmeye başlarsak dünyaya pozitif bakmaya başlar,aslında ne çabuk unutulan varlıklar olduğumuzu anlarız. Ölümün var olduğu bu dünyada o yabancı bizlere gittikçe tanıdık gelmeye başlayacaktır. Gözyaşlarımız ortalığı ıslatırken sığınacak bir liman olmadığında, sevinçten deliye döndüğümüz anlarda mutluluğumuzu koşa koşa paylaşmak istediğimiz biri olmadığında ya da hava durumunu dinlerken yarın için tedbirler yağdıracağımız kimse yoksa ve önlemler tek kişilikse, uzayan iş mesaileri günler öncesinden yapılan planlara mani olmuyorsa; üzüntüyü, kederi, mutluluğu paylaşacak bir kuru toprak, birkaç damla yağmur ya da bir deniz kıyısının bazen sıcak bazen soğuk bankıysa,hastalandığınızda başınızda ısrarla bekleyen kimse yoksa sımsıkı o yabancıya sarılırsınız.
Peki yalnızlığa alışmak?
İşte bu hayatın tam ortasında ölmektir. Pencereleri bir daha açmamak üzere gökyüzüne kapatmak, her şeyi tek başına yapmaya alışacak kadar güçlü olabilmektir. Şöyle ki; hayat bir tiyatro oyunuysa, yalnızlık bizim perde arkamızdır. Sergilediğimiz oyunu seyircilere, hayatımızdaki insanlara, mutlu ve sevgi dolu olduğumuzu kanıtlamak zorunda hissederiz kendimizi. Eğer hayatımızda üstlendiğimiz rollerin tümünü başarı ve güçle sahneye yansıtamıyorsanız gölgeniz gibi peşinizden ayrılmayacak olan yalnızlığınızla başınız dertte demektir.Yalnızlığınız mutsuz biri olduğunuzu düşündürüp mutluluğa ancak kalabalıklaştığınızda erişmiş olacağınızın yanılgısına düşürecektir. Hayatta en çok sizin mutsuz ve yalnız olduğunuzu ilmek ilmek işleyecektir düşüncelerinize. Yalnızlığın bu baş belası tarafında olmak istemiyorsanız ne yaparsanız yapın yalnızlığı bir seçim haline getirerek ne içine hapsolun ne de büsbütün inkâr edin, sadece varlığını kabullenip içinizdeki yabancıyla iyi geçinmeye bakın.
Opmerkingen