Yeşilçam sinemasını bilmeyenleriniz yoktur herhalde? Kültürümüzün bu önemli parçası olan Yeşilçam sinemasını bilip Kadir İnanır’ı ve Cüneyt Arkın’ı bilmemeniz mümkün değil tabii! Ee, bu kadar şeyi bilirken de Stockholm Sendromuna aşina olmamanız im-kan-sız! Hadi o zaman hazırsanız Stockholm Sendromundan bahsedelim;
Stockholm Sendromu en kısa tabiriyle rehin alınan kişinin, onu rehin alan kişiden etkilenmesi, sempati beslemesi, hatta ve hatta âşık olmasıdır!
Neden İsmi Stockholm?
Yıllardan 1973, Yer İsveç’in başkenti olan Stockholm… Şimdi biraz biraz bağ oluşmaya başladı değil mi? Ee, buraya kadar her şey tamam da, Psikiyatr Nills Bejerot sadece İsveç’in başkenti diye de bu hastalığa, bu ismi vermiş olamaz herhalde; hadi oldu diyelim yıl ne alaka değil mi? Öyleyse hemen onu da açıklayalım; Jan-Erik Olsson isimli bir soyguncu tam olarak 1973 yılında ve şu işe de bakın ki tam olarak Stockholm’de bir bankaya girdi ve bu bankadaki dört banka görevlisini altı gün boyunca rehin aldı. Saat sabahın 10’unda Kreditbanken adlı bankaya kafasında peruğu ve gözlerinde siyah gözlükleriyle etrafa ateş etmeye başlayan ve ‘’Parti başlasın!’’ diye bağıran bu adama daha sonra arkadaşları da eşlik etti ve rehin alma faslı da işte böyle başladı… Dört kadını rehin alıp diğer işçi ve müşterilerin kaçmasına izin verdiler. Altı gün boyunca içeride kaldılar ve polise direndiler. Bunun dışında birçok detay daha var fakat bir sorgun hikâyesiyle sizi bunaltmadan işin asıl ilginç kısmına yani bankanın içinde olanlara bakalım; bu altı günlük süre zarfında, soyguncular ve rehineler arasında pozitif yönde sohbetler oluşur ve artık rehineler soyguncuların onları öldürmeyeceğinden sadece istediklerini alıp buradan gitmek istediklerine inanırlar. Artık rehineler, soyguncuların iyi bir insan olduğuna inanmışlardır! Hatta barikatı kaldırmadığı ve soyguncuların istediğini yapmadığı için polisi suçlu buluyorlardır! Altı günün sonunda polis içeriye girmeye çalıştığında ilginç bir şey daha yaşanır; rehineler de soyguncularla birlikte polise direnirler! Bu tuhaflıklar da yetmez ve daha da büyük tuhaflıklarla dava sürecinde karşılaşılır; soygunculara karşı tanıklık yapmayı reddeden rehineler, aralarında para toplarlar ve savunmalarına yardımcı olmaya çalışırlar. Hapisten çıkınca da ailece görüşmeye devam ederler!
FBI’ın araştırmaları sonucunda rehin alınma olaylarının %27’lik bir kısmında bu sendromun görüldüğü anlaşılmıştır. İnsanların hayatta kalma içgüdüsü sonuncunda orta çıkan bu sendrom, en çok rehineler, cinsel tacize maruz kalan kimseler, pazarlanan hayat kadınları, aile içi şiddet mağdurları, savaş esirleri ve tarikat üyelerinde görülmektedir.
Sendromun aşamaları şu şekilde gerçekleşir: Rehin alınan kişi öncelikle korkar ve dolayısıyla bolca adrenalin salgılamaya başlar. Bu ölüm korkusu dolayısıyla da aynı orantıda hayatta kalma isteği de artar. Zamanla psikolojik olan çöken mağdur kişi, onu rehin alan kişinin yaptığı en ufak iyiliği bile gözünde büyütmeye başlar ve ona karşı minnet duymaya başlar. Daha sonraysa rehin alan kişiyle empati kurmaya, olaylara onun gözünden bakmaya başlar, hatta onu haklı bulmaya bile başlaması olası! Zamanla kendini karşısındaki insana karşı yakın hissetmeye başlayan mağdur, onu rehin alan kişiyle olan ilişkisinin tek olumlu ilişkisi olduğuna karar verir ve bu ilişkiyi kaybetmemek adına elinden gelen her şeyi yapar… Bazen elinden gelmeyenleri bile!
Hadi 1973 Stockholm Sendromuna benzeyen başka tarihi olayları da inceleyelim:
1974’de Patty Hearst isimli kadın milyoner, onu kaçıran terörist grubuyla geçirdiği iki ay sonrasında bir banka soygunu yapar ve o terörist grubu ile birlikte hapse girmekten kaçamaz. Pek tabii bu durum Stockholm Sendromunun bir sonucudur…
Öyleyse hadi gelin bizim ülkemizde yaşanmış bir Stockholm Sendromundan bahsedelim! 73’de Stockholm’de yaşanan olaydan 43 yıl sonra Gölcük’te yaşandı. Gölcük’te ki bir banka şubesine çarşaf giyerek soygun için giren ve 14 kişiyi 7 saat rehin tutan İsmail İ. Polisin düzenlediği operasyon sonucu yaralı olarak ele geçirildi. Peki, buradaki Stockholm Sendromu nerede diyorsanız hemen söylüyorum, hazır mısınız? İsmail İ.’den şikâyetçi olmayan rehinelerin polisten ‘zamanında gelmediler’ diyerek şikâyetçi olması bence bu durumu fazlasıyla açıklıyor.
Hadi biraz da medyadaki Stockholm Sendromu örneklerine bakalım;
George Orwell, 1984 romanındaki Winston karakteri, kendisine işkence yapan insana nasıl âşık olduğunu anlatır.
King Kong filminde, canavara kurban gidecek olan kadın King Kong tarafından kurtarılır ve kadın King Kong'u çok sever.
Celladına Âşık Olan Köle (A Life Less Ordinary), Mad City, Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast), The Collector, Sleeper, Dog Day Afternoon, John Q, Saw (Testere), The Negotiator isimli filmlerde bu konu işlenir.
1994’de yapılan ‘’The Chase’’ filminde de bu sendroma yer verilir.
Türk sinemasında da bu sendroma bolca yer verilmiştir; Gırgır Ali, Fırtına ve Seni Seviyorum filmleri bunun örneklerinden sayılabilir.
Muse adlı müzik grubunun ‘’Stockholm Syndrome’’ adlı şarkısında da bu sendromdan bahsedilir.
Son olarak bu sendromun tedavisinden de bahsedip sözlerimize son verelim; Bu sendromun tedavisi ancak psikoterapi yöntemiyle sağlanabilir. Bu sendromun kötü etkileri için de çare travma terapisidir. Daha sonra girilecek yas vb. durumlarda da dayanışma grupları çözüm olacaktır.
Comments